Bulunduğu her türlü ortamda ve koşulda, en kaliteli bukalemunlara taş çıkartırcasına kamufle olabilen “uyum abidesi” tipler vardır.
Hepimizin yolu onlarla yaşamımız içersinde mutlaka, bir defa ve bir süreliğine de olsa kesişmiştir.
Giyim kuşamlarına baktığınızda sıradan ve normal bir insandan ayırt etmeniz mümkün değildir. Çünkü istemesek de aynı familyanın memelileriyizdir.
Ne misyonu, ne bir vizyonu, ne de ürettiği bir değer olan bu tipler, gerçek anlamda hiçbir hareketin içinde olabilecek donanıma ve yüreğe sahip olmadıklarından, hep sivrilerin yanlarında saf tutarak, onların kalite ve popülaritesinden prim yapamaya çalışırlar ve yaparlar da.
Ne kokar ne bulaşırlar, çıkarları söz konusu olduğunda her türlü dalkavukluğa hazırdırlar.
Yaşamları boyunca hiçbir konuda risk almadıkları için, tıpkı geldikleri gibi “sorunsuzca” giderler öbür tarafa, tıpkı ... gibi.
Tek bir yaralı parmağa işedikleri görülmemiştir.
Tam da eskilerin deyimi ile, “at kıçında üvez yaşarmış” gibi, asalaklığın en üst katında yaşarlar.
Ne ilerde ne de geridedirler. Yaşamları boyunca hep ortalarda, aralarda, yanlarda idare ediverirler.
Onur denen insani kavram semtlerine uğramadığı ve yanlarından geçmediği için çok rahat alınır ve satılabilirler.
Bu da onları her türlü ortamda yeşermeye hazır olan “ayrık otları” ile eşdeğer kılar.
Bir hikâyenin kahramanı olacak cesaretleri olmadığı ve yağ ve yağcılıktan beslendikleri için, oyun masası kurulduktan sonra beleş çay kahve içmek için o masaya ilişiveren “yancılar”dan hiçbir farkları yoktur.
Hemen hepimizin hafife aldığı, ya da görmezden geldiği bu yarasalar, lügatlarında gerçek anlamda hayır ve evet kavramları olmadığı için toplumdaki sosyal çöküntünün asıl kaynağıdırlar.
Ve bu tiplere statüsü ne olursa olsun toplumun tüm katmanlarında rastlamanız mümkündür.
Bazen akademik kariyerinin en üst noktasına gelmiş, sadece mevcut konumunu korumak amacıyla gerçekleri ters yüz edebilen iktidarların borazanı “aydınlar” olabiliyorken, bazen basın mensubu denilen satılık kalemler ve beyinler, bazen de “yetmez ama Evet’çi olabilen san(at)çıdırlar.
Hayatlarında bir kez bile binemeyecekleri uçaklar, geçemeyeceği köprü ve yollar ve sözde bedavaya yapılan havaalanlarına alkış tutabilenler olabilirken, bazen de bedava versen yakıtını koyup kullanamayacağı, yerli ve milli teknolojilere, tek göz oda gecekondusunun kirasını veremediği halde, 1500 odalı saraylara methiyeler düzen “padişahım çok yaşa”cılar da olabilirler.
Devlette memurdurlar, fabrikada işçidirler, tarlada çiftçidirler, inşaatta ameledirler, tuvalette bekçidirler. Sistemin devamını sağlayan iki kişiden biri oldukları halde, ortamına göre de ondan en çok şikayetçi olabilendirler.
Hemen her gün ve her şeyden şikayetçi olmalarına rağmen, gider oylarını onu bu koşullara mahkum eden sistemin bekçilerine, iktidarlara verirler.
Bazen emeğin kutsallığını dillerinden düşürmeyen emek hırsızı solcudurlar, bazen de Kur’an’ı dilinden düşürmeyen din taciri “süslüman” hırsızdırlar.
Belli bir hedef kitleleri yoktur, ayırt etmeksizin senden, benden, bizden hepimizden çalarlar. Ne çaldıklarının onlar için önemi yoktur. Onlar almaya, çalmaya kurgulanmış robotlardır.
Komşumuzdur, ancak bizimle aynı mahallede oturmazlar. Bu ülkede yaşarlar ama buralı değildirler. Sadece “bizden gibidirler” ancak, kesinlikle “biz” değildirler.
Onlar bu ülkede ahlak, onur, emek ve kaliteli insan üremesinin önündeki en büyük engel olan “uyum abideleri”nin mimarlarıdır.
Onlar toplumdan yok edilmesi, tecrit edilmesi gereken en tehlikeli pandemiler, virüslerdir.
Uzak kalın,
Sevgi ile kalın.