“Beyniniz deli gibi çalışıyor ve üretiyorken, fiziksel aktiviteleri uzun veya kısa, ama geçici bir süre de olsa, en az bir kez kesintiye uğramayanınız var mı” desem, cevabın koro halinde “ bu da sorumu, elbette hayır,” olabileceğini tahmin ediyorum. Peki, “ o kısıtlılık süresi içerisindeki ruh haliniz” desem, buna alacağım cevapta, büyük ihtimalle aynı tonda ve kocaman bir “berbat” olacaktır. Çünkü bu durum yaşam kalitenizi olumsuz etkilemekle kalmayacak, ona dair birçok plan ve projenizi gerçekleştirmenizi ya etkileyecek, ya da büyükçe bir boyutunu engelleyecektir. Sosyal, ilişkilerinizde oluşturabileceği muhtemel tahribat, hatta yıkım boyutuna varabilecek olumsuzlukları saymıyorum bile. Doğaldır ki, bu durum da, boyutu kişiye göre değişebilen bir “hayattan zevk alma” problemi yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Tabi bu şartlardaki insanın tek tesellisi, bu olumsuzluğa katlanma süresinin, sayılı gün olduğu ve belli bir süre sonra, önceki yaşam biçimine dönüleceğinin biliniyor olması olacaktır.

Peki ya bu eksikliği yaşamları boyunca ruh ve bedenlerinde duyarak, bir ömrü sürdürmek zorunda olanlar, sosyal medyada görüp, bir anlığına acıma damarlarımızı kabartanlar dışında, sanki bulaşıcı bir hastalık taşıyorlarmış gibi çoğunluğu ebeveyinleri tarafından evlerde saklananlar! Onlar naapsın,onlar için bir çözümünüz var mı, cevap tabi ki ya, “elbette yok”, ya da, “ben napabilirim ki!!!

Yine her zaman ki gibi iç karartan bir girişten sonra, gelelim Vehbi’nin kerrakesini(işin iç yüzünü) anlamaya, anlatmaya, kavramaya, kavratmaya…

IMG-20230904-WA0006

Değerli Dostlar;

Bu ay, yatarak yaşamak zorunda olan çok yakınının, ruh ve bedenen, 4,5 yıl gözünün önünde erime çaresizliğine tanık olan biri olarak, bu koşullarda dahi insanın “vazgeçmezse”, “onlar”’a rağmen” neleri, başarabileceğine dair, halen sürdürülmekte olan ve direnmek kavramının tüm boyutları ile insan bedeninde vücut bulmuş, acınası değil, örnek ve ibret alınası,

 Üreterek yaşamak için tüm organların aktif çalışması gerekmediğini, yetersiz organlara sahip olunsa bile, çok istenirse, kendi ve başka yaşamlara ne büyük artılar katılabileceğinin mümkün olabileceği, özellikle sokaktaki sahipsiz dostlarımız olmak üzere, canlının her türüne sevgi dolu dokunuşlarla nefes olan bir yürek zengininin yaşamından kısa bir kesit sunmak istiyorum izninizle. Ve ekliyorum;

O hikayeyi dinledikten sonra, 4 sıkıntılı ameliyat geçiren, cıvata ve somunlarla ve sporla ancak ayakta kalabilen biri olarak, bundan sonra “bir yerim ağrıyor” diye sızlanmamaya yemin ettim.

IMG-20230904-WA0007

Dramın dibine vurulabilecek bir hikaye olmasına rağmen, kısmen de olsa tanıma onuruna eriştiğim o cesur yüreğin ürettikleri ve başardıklarına tanık olduktan sonra, duygularım beni bu hikayenin bir dramdan öte, bir çok yaşamda yakalanamayan değerler bütünü olduğu noktasına taşıdı ve kelimeler kendiliğinden o mecraya doğru akmaya başladı. Bu arada istemeyerek de olsa, “o ve diğer dostları” incitecek tek hece kullanma gafleti ve aymazlığına düşersem, kendisinden ve kendilerinden peşinen affımı talep ediyorum.

Serebral palsi diye bir hastalık duydunuz mu? Bu güne kadar ben de duymamıştım. Gogle amcaya danıştım. Serebral beyin anlamına gelirmiş, palsi ise, hareket zayıflığı ve felç durumunu ifade etmek için kullanılırmış. Serebral palsi ise, ya da beyin felci, temel olarak kasların tonusunu, hareketini ve kişinin motor becerilerini etkileyen bir problemmiş. Detayını merak eden okurlarım araştırabilirler.

IMG-20230904-WA0008

 Tırnağını derin kesenin, eline diken batanın, düşüp kolunu bacağını çizenlerin, başı, dişi, karnı ağrıyanların, üç gün yatağa bağlı kalmaya dayanamayanların canhıraş feryatlar ettiği, onunkinin yanında sözü bile edilemeyecek çok daha küçük sağlık sorunlarına direnemeyip,  vakitsiz dünya değiştirmeyi kurtuluş olarak gören onlarcası “çekip giderken”,

 O ne mi yapmış;

Tıbbın bu konuda çaresizliğini bile bile, bazıları gibi kaderine razı olup zavallı ve acınacak bir yaşam sürmeyi reddedip, sorununa “pas geçerek değil, rest çekerek” tam 39 yıldır direnmiş ve halen de direniyor. Kas yapısı onu yaşam boyu tek bir pozisyonda yaşama sorunu ile baş başa bırakmasına rağmen, o enerjisini sokak hayvanlarının yaşama haklarına duyduğu saygıyı ifade etmek için açtığı yardım kampanyalarına harcamış ve halen de devam ediyor.

Konuşmayı en çok hak edenlerden biri olduğuna inandığım bu harikuladelik,“ağzı olanın konuştuğu” ama çoğunun boş konuştuğu günümüzde, bu sorununu çözmenin yolunu da bulmuş. Nasıl mı? Sesini yazarak duyurmuş, yani yazarak konuşmuş. Öyle 3-5 satır falan da yazmamış, biri “Sana Rağmen” adında olan ve 2023 Altın Yazar ödülüne layık görülen roman/deneme, “Sustuğumda Yuttuğum Şeyler” adlı şiir ve “Ben Olsam”adlı çocuklar için hikaye kitabı olmak üzere tam 3 kitap yazmış ve kitaplarının gelirlerinin tamamını sahipsiz sokak hayvanlarına bağışlamış. Ve  “hey serebral efendi…beni sen bile yıldıramazsın,”SANA RAĞMEN” yaşıyorum, varım ve hep var olacağım” demiş.

Tabi bunlarla da kalmamış, kimileri en son bitirdikleri okul dışında bir tek satır gazete, kitap okumaz, yaşadığı ülke ve dünyadan bihaber, ellerindeki “akıllı” denilen, ama gerektiği gibi kullanılmadığında bir aptallık cihazına dönüşen aletle, “yaşıyormuş gibi” yapıyorken, o tutmuş, işin en zoruna soyunmuş;

Yabancı dil ağırlıklı bir liseyi birincilikle, Bilkent Üniversitesi Yabancı Diller Meslek Yüksek Okulunu Yüksek Şeref Öğrencisi, Üstün Başarı Bursu ve Bölüm Biriciliği ile, Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümünü Onur derecesi ile, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi, Yeditepe Üniversitesi Gazetecilik ve Medya Yönetimi Sosyal Bilimler Enstitüsünü birincilikle, lisans ve yüksek lisanslarla  bitirivermiş.

Değerli Dostlar;

Hareket kavramının sadece fiziki aktivitelerle sınırlı olmayıp, beyin işlevlerini canlı tutarak da oluşturulabileceğinin örneğini verip, böyle de gıpta edilecek bir yaşam sürdürülebileceğinin tartışmasız ispatını gerçekleştirerek, atletlere taş çıkarırcasına bir yaşam maratonu sergileyen, başta kimsesiz ve sessiz dostlarımız ve çocuklar olmak üzere, türü fark etmeksizin can taşıyan her şeyi şefkatle kucaklama, sarıp sarmalama, sahiplenme, yaralara merhem, hayatlara umut ışığı olarak yansıma ulviyeti ile dopdolu bir yaşam süren bu CAN;

Belki inanmayanlarınız bile olacak ama, bütün bunları vücudunda fiziksel olarak işlevini yerine getiren tek organı olan, bir elinin tek parmağı ile gerçekleştirmiş.

(Şu anda bu yazıyı okuyan her okurun, ellerine bakıp, iki ele sahip olmanın avantajlarından ne kadar az yararlandığını düşündüğünü ve kendini kötü hissettiğine eminim.)

Değerli Dostlar;

O can’ın kendi ile ve inançlı bir kişilik ise “yukarıdaki” ile hesaplaşması ve çektikleri boyutuna hiç girmeyeceğim. Çünkü hayatta duyduğum en büyük kuyruklu yalan, “acılar paylaşıldıkça azalır” ve “acını yürekten paylaşıyorum” safsatasıdır. Acılar onu çeken bedene ve o yüreğe aittir ve hiçbir şekilde de paylaşılamaz. O marketten aldığınız, çaya kattıkça azalan şeker değildir. Onun azalmasına onu göğüslemek zorunda olanın dirayeti ve ancak zaman karar verebilir. Yani o söz, romantik ve duygulu ama, içi boş yanılsamadan, avuntudan başka bir şey değildir.

Çocukları sunulana direnirken, kendilerine ait hayatları yaşamaktan vazgeçen, çocuklarına hem anne ve baba, hem de, destek değil, vücut olma işlevini yerine getiren, feragat abideleri saygıdeğer hanımefendi ve beyefendinin insanlıkları önünde saygı ile eğiliyorum. Evlat sevgisini tanrısallaştıran o emsalsiz insanların emeklerini elbette birkaç paragrafa sığdıramazdım. Diğer türlü de, sohbet uzayacak, köşe yazısı formatından uzaklaşıp bir öyküye dönüşecekti.

Sizlere; malum anne ve baba ile birlikte, birileri doğurup, zerre kadar vicdan azabı taşımadan cami avlusuna bırakma vicdansızlığını gösterebiliyorken, ömürlerini “işte o” konumdaki evlatlarının acılarını dindirmeye, yüzlerini bir nebze olsun güldürmeye adayan, tatili, yılbaşını, bayramı ve sosyal yaşamı çoktaaan unutan insan şeklindeki diğer melekleri bir başka sohbetin konusu yapma sözü veriyorum.

Nerde nasıl, kiminle ve hangi koşullarda olursa olsun mutlaka ama mutlaka o iksirle yani

Sevgi ile kalın