Değerli dostlar;

Sizi bilmiyorum ama, ben kendimi ulus olarak toplumsal bir ahlak sınavından geçtiğimizi ve geldiğimiz noktaya bakıldığında da bu sınavı kazanma ihtimalimizin son derece düşük olduğunu düşünenler sınıfında görüyorum ve beni bu noktaya taşıyan bir sürü de haklı nedenlerim olduğunu düşünüyorum.

Hepinizin çok iyi bildiği üzere, mevcut iktidar sözcüleri aracılığı ile, ekonomik çöküşe ve hayat pahalılığına gerekçe olarak, her zaman başvurduğu gibi büyük bir aldatmaca ve yalanla, akaryakıt fiyatlarındaki artışları gösteriyor. Neymiş efendim, petrolü dolarla alıyormuşuz da dolar arttığı için akaryakıt fiyatları da artıyormuş. Dolar yerinde sayarken de bu ülkede akaryakıt fiyatlar otomatiğe bağlanmıştı. O zaman kuruş kuruş artar, sonra göz boyamak için artışın onda biri kadar indirilir, milletin gazı böyle alınırdı. Bugün geldiğimiz noktada ise artık kuruşluk zamlar yetmiyor, artışlar litre başına 3-5 liralık rakamlarla yapılıyor. Hem de dünya piyasalarında petrol en düşük seviyede seyrederken. Eğer öne sürülen mazeretler haklı ise, aylardır birbirleri ile savaşan yukarıdaki komşularımızın akaryakıtı nasıl bizden ucuz, rekor kırması gereken enflasyonun nasıl bizden düşük ve ekonomileri de bizden çok daha iyi durumda olmasını nasıl izah edilebilir? Cevap veriyorum, tabi ki yalanla ve alakasız mazeretlere sığınılarak.

 Neyse biz kendi derdimize dönelim.

Sen Merkez Bankasını önce bir gecede (128 milyar dolar) “birilerine” peşkeş çek, sonra da aylarca 3-5 zengin kan emicinin salmalığı haline getirerek, yine birilerini dolar milyonerleri haline getir. Diplomanı ve bir tek üniversite arkadaşını bile gösteremediğin halde, “ ben ekonomistim” böbürlenme ve martavalı ile, dünyada eşi ve benzeri olmayan sözde bir ekonomik model saçmalığını ülkeye dayatarak, bankanın ve ülkenin tüm rezervlerini eksiye düşür, 2002’de 2 lira olarak devraldığın doları, 22 yılda 30 liralara taşı, paranı bu çağda yamyamlık yapan ülkelerin paralarından daha fazla değersizleştir, sonra milletle adeta kafa bulurcasına(gözlerime bak nebati) bu çöküşü, faiz lobilerine, dış güçlere ve başta ana muhalefet lideri olmak üzere diğer muhalefet partilerine bağla!

Yok öyle yağma, bir beyni olduğunun ayırdında olmayan biatçı bir güruh dışında, artık kimse bu ucuz numaraları ve ayak oyunlarını yemiyor. Bu teraneleri, en azından artık ülkenin yarısına yediremiyorsun!

Hal böyle iken mevcut iktidar, son seçimdeki “şaibeli başarıya” sığınarak, bu krizden çıkılması için acilen radikal önlemler alıp nerede ise açlığa mahkum ettiği insanına biraz nefes aldırmak yerine, eskisi gibi bir yandan, yandaşlarına ballı ihaleler vermeye aralıksız devam edip, yağma ve talanı sürdürürken, bir yandan Arap kardeşlerine, birkaç uçak dolusu sözde iş insanı iktidar yalakası, altın kaplama arabalara binen çöl bedevilerine rüşvet vermek üzere, TOGG denilen ne idüğü belirsiz “yerli ve milli” birkaç boggu da yükleyerek dilencilik ve batan geminin son mallarını da peşkeş çekme turlarına devam ediyor.

 Kendi talimatları ile uygulattığı, bilinçli yanlış ekonomik politikalarla ülkeyi bu hale getirenleri (Mehmet Şimşek) ve çalıştığı bankaları batırdığı için yargılanan ekonomistleri (Hafize Gaye Erkan), adeta yalvararak tekrar ekonominin başına getirebiliyor.

 Bu muhteremlerin ise, krizden çıkış yolu olarak bulabildikleri ekonomik çözüm mucizesi ise, vergi zulmü altında zaten inim inim inleyen ülke insanını daha da nefessiz bırakarak, vergilerde %300’lere varan artışlar ve bir verginin yıl içinde 2. kez alınması olabiliyor. (Motorlu Taşıtlar Vergisi) Sanki bunları “nebati” denen gözüne “gözlük taktığım” yapamazmış gibi!

Değerli Dostlar;

Hatırlarsanız sohbeti başında ulus olarak bir sınavdan geçmekte olduğumuzu ifade etmiştim. İsterseniz bu konuyu biraz daha açayım. “Çıkarını düşünmeyen insan olur mu” diye de bir soru ile gireyim mevzua. Cevap tabi ki tastamam “olmaz”. Hiç birimiz peygamber falan değiliz ve hepimiz az veya çok çıkarımızı düşünürüz. Önemli olan ise o çıkarın hangi yoldan, hangi usul ve ölçüde ve hakkaniyet kurallarına ne kadar uygun olup olmadığı. Bunu bazılarımız, helal-haram, bazılarımız da haklı-haksız kazanç olarak dilendirir ki, bu da bizim ahlaki ağırlığımızı en net ortaya koyan terazidir.

Bu konuda yani hayat pahalılığının ve fiyat artışlarının suçunu tamamen iktidara yüklemek de kanımca haksızlık olur.  Bu aşamada “iğne ve çuvaldız” vecizesini hatırlamak ve hatırlatmakta yarar var sanki!

Yaşadığımız ekonomik kriz nedeniyle, market raflarındaki ürünlerin fiyatları başlangıçta haftalık, sonra günlük olarak ve hatta artık saatlik olarak bile değiştiği hepimizin malumu. İnsanlar satışa sunduğu ürünleri üretiminde kullandıkları hammadde ve diğer girdilerde artış yapılsın veya yapılmasın, o gün kurda oynama olsun veya olmasın, akaryakıt fiyatı o gün artsın veya artmasın, sabah dükkan ve tezgahlarını açtıklarındaki ilk iş “kafalarına, insaf, merhamet ve vicdanlarına” göre belirledikleri yeni fiyat etiketlerini eskileri ile değiştirerek ürünlerine yapıştırmak. Bu konuda şikayetini dile getiren tüketiciye gerekçeleri ise, başta kur ve akaryakıt fiyatlarındaki atışlar olmak üzere, dün 5tl.ye sattığı maydanozu, turpu, dereotunu ertesi günü 10tl.na satanlar, ya “mazut gaç para oldu, sen biliyon mu?” ya “onu bana sorma, Tayyibe sor” ya, “memlekette serbest piyasa ekonomisi var, istediğim fiyattan satarım, işine gelmezse alma” olabiliyor. Ülkede artık fiyat denetimi diye caydırıcı bir uygulamanın tarih olması nedeniyle de deyim yerinde ise, “körün tuttuğunu becerdiği” bir yaşam biçimi, adeta ahlaksızlık ahtapotu gibi ülke insanının vicdan ve merhamet duygularını kıskaca alarak, herkeste “gemisini kurtaran kaptan” şeklinde bir yaşam biçimi algısı oluşturarak sürdürme noktasına taşımakta. Ve ortaya da tanık olmakta zorlandığımız, “memleketten her gün bir fazlasını kapsama alanı içine alan “çürük insan” manzarası tabloları ortaya çıkmakta!

Tabi bu durum da insani ve ahlaki değerlerini henüz yitirmemiş, her geçen gün sayısal azınlığa düşen insanımızın da kendine şu soruları sormadan edememesine yol açmakta.

 Yoksa bizim büyük çoğunluğumuz;

Aslında “ ciğeri beş para etmez, fırsatı ganimet bilen, her olumsuz durumdan, sadece “işimize gelen” vazifeler çıkaran, yoksa biz adına ülke dediğimiz gemi, bırakın su almayı, batmak üzere iken bile, bir filika çalarak, kendimizi kurtarma telaşına düşen, yoksa biz adına memleket denilen orman yanıp tutuşup bitiyorken, ondan bir parça odun çalma telaşı onursuzluğundaki, yoksa biz selin önüne kattığının aslında vatan olduğunu görmezden gelerek, bir kütük fazla aşırma ihanetindeki haramzadeler, fırsatçılar, ganimetçiler, benciller, arsız hırsız ve onursuzlar, türü henüz tam tespit edilememiş bir çeşit yaratıklardık da, özümüzün su yüzüne çıkabilmesi için böyle ahlaksızlığa prim veren, bir idare  ve  bu nitelikteki idare edenlerle yönetilen bir ülkede yaşayıp, böyle bir toplumsal ihanet döneminden geçmemiz mi gerekiyordu!!!

 Bugüne kadar naçizane hep bir çıkış yolu tavsiyesi ile bitirdiğimiz sohbeti, bu kez maalesef sorunu sadece ortaya döküp bitirmek zorunda kalmanın çaresizliğini yaşıyorum. İnanın yarım asırdan fazla süren yaşamımda edinebildiklerim, beni bu konuda bir “mucize” sunmakta yetersiz kılıyor.

Çünkü biliyorum ki;

Yarısını halinden memnun kalabalık bir “zümrenin” (keşke içimden geçen tanımı ifade edebilse idim) oluşturduğu bir coğrafyada işimiz sadece mucizelere kalmış durumda.!

Çünkü biliyorum ki;

Son 22 yılında, kendine reva görülenlerle ayamayan bir toplumu hiçbir şok aydıramaz!

Çünkü biliyorum ki;

Ülkenin kurtuluş umudu olarak görülebilecek aydın, sanatçı, akademisyen ve bilim insanlarının bile kanaat önderi ve rol model olma sorumluluğundan kaçarak, son hızla ülkeyi terk etme girişimleri, kalanların ise sudan sebeplerle damlara doldurulmaları, kurtuluşa olan inancımın kırılmasına ve hatta sıfırlanmasına yetiyor.!

Çünkü biliyorum ki;

Bu ülkede artık, demokrasilerin 4. büyük gücü olarak adlandırılan basın, yani muhalif basın nerede ise yok olma noktasına gelmiş durumda. Konuşan, tabi ki doğruları konuşan gazeteciler, mazeret bile gösterilmeden, kendilerine kurulan tezgahlarla içeri atılmakta, tv.ler ya astronomik rakamlarla, ya da uzun süreli karartılarak cezalandırılmakta! Halkın vekil olarak seçtiklerinin aylardır içeride tutulduklarını demokrasi trajedisini saymıyorum bile!

Çünkü biliyorum ki;

Ülke insanına umut olması gereken ana muhalefet partisi ve onun genel başkanı, Cumhuriyet tarihinde muhalefet etmenin zemini ve koşulları hiç bu kadar oluşmamasına rağmen, siyasi rakibine defalarca yenilmesine, başkanlığı süresince partisi oyunu %1 dahi artıramamasına, çözüm olarak sunduğu söylemleri halkta karşılık bulmamasına ve bu durumda o makamda bir dakika bile durmaması gerektiği halde, partisini gün be gün sabun köpüğü gibi eritip, tarih olmanın eşiğine getirdiğinden habersiz, kapalı kapılar ardında ince hesaplarla, geldiği yaşı unutup, partinin başında ölünceye kadar kalabilme senaryoları yazmakla meşgul!

Çünkü biliyorum ki;

 “Çözümsüzlüğün nedeni olanlardan çözüm bekleme” saflık ve aptallığındaki uyuşturulmuş bir toplumdan, bir değişim çabası, bir uyanış hamlesi beklemek dağdan fare doğurmasını beklemekten farksız bir ütopya olur!

Değerli Dostlar;

İşin en acı yanı da bütün bunlar kendine dayatılıyor olmasına rağmen, toplumun üzerine adeta ölü toprağı serpilmişçesine, sanki bütün bunlar, bu ülkede yaşanmıyormuşçasına, gösterdiği suskunluk, tepkisizlik, vurdumduymazlık! Ve bir bölümünün de açlığını unutup, halen mevcut iktidara methiyeler düzebilecek kadar körleşebilmesi.

Sizce yarısı bu kafadaki böyle bir kalabalık “kütle”, kurtuluşu ve insani değerlerle bezenmiş bir yaşamı hak ediyor mu?

Beyninizdeki o lop, halen oksitosin (sevgi hormonu) salgılayabiliyorsa;

Sevgi ile kalın…

Bekir Demirci