Değerli Dostlar;
Bu kez ayrılık biraz uzunca sürdü farkındayım ama, inanın elde olmayan nedenlerden kaynaklı idi bu rötar. Ayrı kaldığımız sürece, hayat kendi kurallarını biraz sert bir şekilde dayattı bana. Daha henüz anne kaybının acısını dindirememişken, acılarım babamın gidişi ile katmerlendi. 
Çok iyi anlaştığımız söylenemezdi ama, bütün kaprisleri ve huysuzlukları ile köşesinde oturması meğer benim ve kardeşlerim için ne  büyük  bir nimet, ne büyük  servetmiş onu anladık. Bir şeyi daha anladık, yaşarken onlardan ne kadar uzak olduğumuzu, ne kadar az anı biriktirdiğimizi ve son günlerinde onlara karşı ne kadar tahammülsüzlük gösterip, zaman zaman da olsa kırdığımızı…
Bu ay ki sohbete, “ister vicdan susturma”, ister “günah çıkarma”, ne derseniz deyin ama, bittikten sonra, şöyle bir arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatıp, kendinizi ameliyat masasında düşünün, alın elinize özeleştiri neşterini, kendinize zerre kadar torpil yapmadan, vurun en acı veren noktalarınıza hiç acımadan. Bakalım yemeyip yediren, içmeyip içiren, uyumayıp uyutan, sizi gözlerinden kıskanıp, pamuklara sararak büyütmeye çalışan ve yaşı gereği;
Ya az gören veya hiç görmeyen KÖR’e,  ayakları işlevlerini ya büyük ölçüde, ya tamamen yitirmiş KÖTÜRÜM’e, her hitabınıza artık çok az duyabildiği için “ haa” diyen SAĞIR’a, prostat çaresizliğinin doruğunda yaşadığı için altına kaçıran SİDİKLİ İHTİYAR’ a, sen Türkçeyi katlederken, herhangi bir konudaki fikir beyanı alay konusu olan, 3 dil bilen hariciyeci  CAHİL’e…
Sen sporun S’ si ile bile ilgilenmemişken, zamanında oynadığı her takımda gol kralı olan YETENEKSİZ’e, Sen üç çocuk annesi olmana rağmen, gömlek düğmesi dikmesini bilmiyorken, zamanında bütün bir kasabanın hanımlarına harika elbiseler diken BECERİKSİZ’e, Sen eve 3 maaş girip, “O”’ndan kalma  eve kira dahi vermeyip, onun 3 kuruşluk emekli maaşına da çökmene rağmen, borçtan iki yakan bir araya gelmezken, tek maaşla 5 çocuğun, 5’ini de okutup, meslek sahibi yapıp, evlendiren SORUMSUZ’a, Sen ilkokuldakinden başka kitap sayfası aralamamışken, evi aldığı edebiyat ödülleri ile dolu YAZAR ESKİSİ’ne,  kısaca şimdinin “MORUK” ve BUNAK’larına, bir türlü “ÖLÜPTE KURTULAMADIKLARINIZA” ne kadar layık evlatlar olabilmişsiniz bir bakın!
 Değerli Dostlar;
Adına yaşam dediğimiz, kısaca “ döldüm, doldum, oldum, öldüm” le betimleyebileceğimiz bir döngünün içinde sürdürüp tüketiyoruz ömür yolunu . Ve bu serüvenin bir bölümünü de, kaçınılmaz olarak, kimine göre yaşlılık, kimine göre ihtiyarlık, bu akibetten korkup, onu kendine yakıştıramayanlara göre de “yaş almak” denen etaplar oluşturuyor. Son durak olan ihtiyarlık, bunlardan en zor olanı ve bir o kadar da arzu edilmeyeni. Maalesef bundan kaçış mümkün değil, geldik ve ömür denilen yolculuğu bir şekilde tamamlayıp gideceğiz. Yani hiç kimse gençliğinin verdiği güç, enerji ve dinamizmine güvenmesin. Bugün yaşanmışlıkları gereği, organları doğal olarak gençlikteki aktivitesini kaybedenler de bir zamanlar, “taşı sıksa suyunu çıkarıyor”, “attığını vuruyor” ve “vurduğu yerden ses getirerek”,  ürettikleri ile gelecek kuşaklara arzu edilen yaşamsal gereklilikleri sağlıyorlardı.
Bugün kendimizi ister genç, ister orta yaşlı olarak, nasıl nitelersek niteleyelim, nasıl hissedersek hissedelim, bugün onların yaşadığı süreç, asla ara vermeksizin peşimizde ve bu acımasız takibi sürdürmekte. Yani dostlar, “ onu yakalayan, bizi de kovalıyor” bir gün mutlaka yakalayacak, dünya rekortmeni bir koşucu olsanız da nafile, ondan kaçış yok.
Öyle ise mi? 
Oralara doğru yıldırım hızıyla giden, torun sahibi bir dede olarak diyorum ki;
Onların yaşına geldiğimizde, bize nasıl davranılmasını istiyorsak, aynı sabrı, hoşgörüyü, nezaketi,  şükran ve minnettarlık duygularını, özellikle de çocuklarımızın ve torunlarımızın yanında anne baba, büyük anne ve büyükbabalarımıza daha özenle ve dikkatle göstermeliyiz. Onlara karşı, hayat gailesi içinde elbet, engel olamadığımız hatalarımız olacak, yapacağımız tek şey, bunun farkına vardığımız anda, ertelemeden onların gönüllerini almak ve onları asla “fazlalıklar” olarak görmediğimizi, onlara “yaşadıklarını hissettirmek” olmalı. Onlar da annelerinden 80-90 yaşında doğmadılar, unutmayalım onlar da “ bir zamanlar kartaldı, kanaryaydı, nilüferdi, yasemendi, papatyaydı ve güldü ve de bülbüldü”
Yüzlercesi, zaten insanlıktan zerre nasiplenmemiş evlat müsvetteleri tarafından, her gün biraz daha ““ÖLSEM DE KURTULSAM” noktasına doğru taşınıyorken, siz siz olun, bir yudum şefkat için gözünüzün bebeğine bakan o sevgi fakirlerini, şefkat yoksunlarını lütfen tıka basa doyuramasanız da, nolur aç ta bırakmayın. Onların derdi inanın ki yemek ekmek değil.
Bugün iyi olan neyi yaşıyorsanız, bilin ki onlar sayesinde.
Sevgi ile kalın